-Mevlâna niçin önemlidir, bize ve zamanına ne veriyor arkadaşlar?

       -Fizik dünyanın yönetici sultanları olduğu gibi, gönül dünyasının taçsız tahtsız sultanları da vardır.

       Mevlana onlardan birisidir şüphesiz.

      Devrinin diğer manevi büyükleri olan Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Ahi Evran, Nasreddin Hoca, Hacı Bayramı Veli ve ismini bilmediğimiz nice mana erlerinden birisi…

      O devrin Allah dostlarıyla birlikte; yıkılan, yakılan, kan gölüne çevrilen, umutsuzluğa kapılan, derin yaralar taşıyan Anadolu insanına, Müslüman halka ümit oldu…

       Kanayan yaralarını sardı, geleceğe güvenle bakmasına yol açtı,…

       İnsanların, İslam inancı, ahlakı ve davranış biçimlerini korumasına, baskı, ölüm, zulüm, sömürü ve dayatmalara karşı dayanmasına, direnmesine, bilenmesine, küllerinden yeniden doğmasına, Cihan devleti Osmanlıya beşiklik etmesine yardım etti Mevlana… 

      O günün şartlarına uygun olarak, “toplumun ihtiyacı olan işleri yapan kişidir” Mevlana…

      -Kur’an ve Sünnet ölçülerini, çağının idrakine göre yorumlamış, insanların hayatına yeniden taşımıştır Mevlana…

     Bütün derdi, tasası, telaşı, Kur’an ve Sünnet çizgisinde bir hayat yaşamak, İslam’ın ölçülerini herkese samimiyetle ulaştırmaktır Mevlana’nın yaptığı…

     Kur’an ve Sünnet çerçevesinde bir duygu, düşünce ve hayat atmosferinden asla ayrılmamıştır Mevlana…

      Pergel misali bir ayağı Kur’an ve Sünnet çizgisinde sabit, diğeri cihanı dolaşan bir düşünce, iman ve aksiyon adamıdır Mevlana…

      Sezai Karakoç’un yerinde tespitiyle, “bir İslam ereni, önderi, düşünürü ve şairi”dir Mevlana…

      Dün olduğu gibi bugünde, Mevlana’nın İslam’la, Kur’an ve Sünnet’le bağını kopartıp eserlerinin içini boşaltanlar, sadece Hümanist bir şaire indirgeyenler, sıradanlaştıranlar boşuna heveslenmesinler…

       Mevlana, eserleriyle, düşünceleriyle, İslam ahlakına dayalı yaşadığı hayatıyla ortada bir güneş gibi…  

      -Kimilerinin bilir bilmez iddia ettiği gibi, İslam dininden ayrı bir şey değildir İslam Tasavvufu.

      Din ve tasavvuf aynı şeydir Mevlana’ya göre.

      Kur’an ve sünnetin kalbi yorumudur tasavvuf.

      Kur’an ve Sünnete, Peygamber Efendimize gönülden bağlıdır Mevlana…

       Kendi deyişiyle; “canı var oldukça Kur’an’ın kölesi, Muhammed’in(sav) yolunun toprağıdır” Mevlana…

       Bir başka ifadeyle; “zamanın tufanına Nuh’un gemisi gibidir peygamber ve ashabı…

      Kim bu gemiye tutunur ve binerse kurtulur” Mevlana’ya göre…

      Her söz, duygu, düşünce ve davranışının açık, belirli, İslam’a, Kur’an ve sünnet çizgisine uygun olmasına önem verir Mevlana…

      Hayatın içinde, halkla birlikte, hakla beraber yaşanan bir din ve tasavvuf anlayışı vardır Mevlana’nın…

      Kimileri gibi bulunduğu konumu, yeri, imkân ve şartları kendi çıkarı için, başkalarını sömürü aracı olarak kullanmamıştır Mevlana…

      Dini duygu, düşünce, davranış ve kurumları kendi çıkarları için sömürenleri, sahte şeyhleri kınamıştır açık bir dille…

      Alan değil veren olmuştur daima…

     Tasavvuf terbiyesi, almayı değil vermeyi gerektirir çünkü…

      Sebepsiz olarak, karşılıksız olarak vermek, her şeyini Allah’a verip arınmaktır cömertlik, Mevlana’ya göre…

MEVLÂNA VE İNSAN

      -İnsana bakışı nasıl Mevlana’nın?

      -Mevlana düşüncesi ve hayat algısının merkezinde insan vardır…

      Kur’an ve Sünnet çerçevesinde bir değer biçer insana Mevlana…

      Allah’ın en güzel biçimde yarattığı, üstün özelliklerle donattığı, yeryüzünü düzenlemekle görevli bir varlıktır, yaratılmışların en şereflisidir, Mevlana’ya göre insan…

Muassırı Yunus Emre gibi, yaratandan ötürü yaratılan olarak sever insanı Mevlana...

      İnsan, Kur’an ve sünnet çizgisinde onun ölçülerine göre ve müslümanca yaşarsa, meleklerden daha üstün hale gelir…

     Yok eğer, yaratılış gayesine uymaz ve nefsine köle olursa, hayvanlaşır, aşağıların aşağısına düşer, Kur’an diliyle, “belhümadal” oluverir...

      Sonsuzluk için yaratılmıştır insan, bu dünyadaki görevi, öteleri kazandıracak güzel işler yapmaktır…

     Kendini aştığında anlam kazanır insan…

     Kaybettiği yitik cenneti arar dünyada kişi.

     Hayat bir arayıştır sadece, dünyada ve ahrette aradığı mutluluk ve huzuru, müslümanca bir hayat yaşayarak bulabilir insan…

     Ölümlü bir varlıktır insan.

     Bir gün mutlaka ölümü tadacak olan beden varlığını iman, ibadet, ihlas, güzel ahlak ve Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla ölümsüz hale getirebilir… Sonsuz hayatta ölüm yoktur çünkü…

      İnsanın bir yarısı bu dünyada, diğer yarısı bir başka alemdedir, dünyadaki insanın görevi ikinci yarısını arayıp bulmak ve yaşatmaktır…

     İnsanı değerli ve anlamlı kılan şey; mal, mülk, zenginlik, makam, mevki, rütbe, şan, şöhret değil, hayatın bütün alanlarında, Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla ve güzel ahlak üzere yaşamasıdır…

      Allah insanın dış görünüşlerine değil, kalbine ve işlerine bakar…

      Nasıl yaşadığımızdır önemli olan…

      Her birini Allah’ın yarattığı, ana maddesi toprak olan insanın insana bir üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvada, Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla yaşamaktadır.

      İnsanın şahsına, kimlik ve kişiliğine, şekil ve biçimine, rengine, milliyetine, dinine düşman olunmaz, bu yüzden dışlanmaz, aşağılanmaz, hor görülmez, hak ve özgürlükleri sınırlanmaz… sadece günah ve kötülüklerine kızılır, düzelmesi için çalışılır…

      Bir insanın doksan dokuz kötü, bir güzel özelliği olsa, o güzel tarafı için sevilir, yanlışlarından kurtulması için yardım edilir…

      Yine bir gemide doksan dokuz cani, bir masum insan olsa, o gemi o masum için batırılmaz…

      Irkına, dinine, diline, rengine, ülkesine, fakirliğine, zenginliğine, kadınlığına, erkekliğine, günahkarlığına, makam, mevki, rütbe, şan ve şöhretine göre ayırmadan bütün insanlığadır çağrısı Mevlana’nın…