Gece en derin uykumuzda yakalandık depreme. Büyük bir sarsıntıyla uyandık. 30 saniye sürdü, 30 sene gibi upuzun geldi. O an tek hissettiğimiz acizliğimizdi...

Gece saat 04.08... Seher vakti herkes uyanmış, evlerin ışıkları teker teker yanmıştı. Sarsıntı 5.9 şiddetindeydi. Evlerimiz beşik gibi sallandı. Sarsıldıkça sarsıldı yer gök! O an, yarına dair her şey, bir an gözden kayboldu. Gözümüzde büyüttüğümüz buz dağı eridi gitti adeta. Ancak o ne gaflet ki, tehlike kalktığı an; dev aynasındaki benliğimiz, buz dağına yeniden boyun eğiverdi.  

Bu durumu Yüce Yaratıcı, "İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur." ayetiyle ifade ediyor.

Bu kez de durum değişmedi. O an, sadece ölümü düşündük. Hayatın ve ölümün sahibine sığındık. Tehlike üstümüzden kalkınca her şeyi unuttuk. Acizliğimizi, hiçliğimizi yok sayıp ölümsüzmüşüz gibi davranmaya devam ettik. Gündüz vakti, gözümüzü yumunca gece olduğunu sandık. Aslında sadece kendimizi kandırdık. Pek nankör varlıklarız biz.

MERKEZ ÜSSÜ DÜZCE OLUNCA...

Depremin merkez üssü Düzce olunca etkisi, gerçekte var olandan kat be kat korkunç hissedildi. Artçı sarsıntılar halen devam ediyor. Bir nefes, bir varmış bir yokmuşuz. Bu deprem bu gerçekleri yeniden hatırlattı.

İnsanların paldır küldür binalardan kendini dışarıya atması mahşeri düşündürdü. 5.9'la bunu yaşıyorsak O gün ne yaparız diye ürperdim.

Yarın şunu yapacağız, bunu edeceğiz; ev, iş, araba, çoluk çocuk, kariyer, gezmek tozmak, ekranlarda egolarımızı yarıştırmak, AVM'lerde moda takibi yapmak bizi oyaladı. Halbuki tiyatro sahnesindeki gibi hayatımızın perdesi kapanabilirdi. Ne kadar aciziz dedim. Kendimizi fasulye gibi nimetten saymamıza kızdım.

Dünyanın gelip geçici olduğunu bilip de basit bir menfaat uğruna kırdığımız kalpleri, döktüğümüz kanları, yediğimiz haltları anımsayıp nankörlüğümüze lanet okumak istedim. Ama yine de bizlere her 24 saatte yeni bir hayata uyandıran Rabbimize şükrettim. Bundan bir umut ışığı gördüm.

PEKİ NEYDİ DÜZCE DEPREMİ?

17 Ağustos Marmara Depreminin üzerinden 87 gün geçtikten sonra, henüz depremin yaraları sarılmaya çalışılırken, dünya tarihinde görülmemiş bir şekilde ikinci bir deprem meydana geldi. Tarih 12 Kasım 1999 idi. Bu kez depremin merkez üssü Düzce'ydi... Saatler 18.57'yi gösterdiğinde, Düzce kuvvetli bir depremle sarsıldı ve yıkıldı. Bu kez 17 Ağustos depreminden daha büyük şiddetle sarsılan Düzce 30 saniye içinde adeta yerle bir oldu. Merkez üssü Düzce olan deprem, Kaynaşlı'yı da yerle bir ederken, Bolu'nun da bir bölümünde can ve mal kayıplarına neden oldu. 12 Kasım depreminde Düzce ve ilçelerinde toplam 710 kişi hayatını kaybederken 2.678 kişi de yaralandı.

Çok değil, daha 11 gün önce depremde kaybettiklerimizi anmıştık. Hatta bu acı olay vesilesiyle Türkiye genelinde ilk kez saatler tam 18.57'yi gösterdiğinde, "çök-kapan-tutun" tatbikatı, uygulanmıştı. Tatbikatı kolaydı, güle oynaya masaların altına çöktük; ama gerçeği hiç öyle olmadı. 

Dilerim  Allah bir daha böyle afetler yaşatmaz! 

MARMARA VE DÜZCE DEPREMLERİ

17 Ağustos 1999 depreminİ çok şiddetli bir şekilde hissettim. Marmara'da yer alan Bilecik'in köyündeki kerpiç evimizin sallantısını, hatta çivi seslerinin gıcırtısını bile hatırlıyorum. Sakarya nehrinin üstündeki domates bahçemizde artçı sarsıntıları da hissetmiştik. Kaç gece kamyonet kasasında yatmıştık. 18 ya da 19 Ağustos günü artçı şokların etkisiyle Sakarya nehrinin üstündeki dev kayaların devrildiğini büyük ürpertiyle şahit olmuştum.

Çok geçmedi. O yıl üniversiteye başlamıştım. Dersteydik, Düzce'de deprem olmuş diye haber geldi. Ailesi ve yakınları o bölgede oturan arkadaşlarımız göz yaşı ve korku içinde telefon kulübelerine koşuşmuştu. Zor günlerdi. Allah bir daha  o günleri yaşatmasın.

DEPREMBİLİMCİLERE KULAK VERİLMELİ

Tabi sosyolojik ve psikolojik yönlerini ele aldık ama işin bir de bilimsel yönü var. Deprembilimciler uzun süredir uyarıyor. Kuzey Anadolu Fay Hattı, Marmara Depremi ve alınacak önlemler üzerine sürekli açıklamalar yapıyor. İstanbul'da deprem felaketine karşı bina sağlamlaştırma projelerinden bahsediliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın depreme dayanıklı binalar yaptırsa da depreme dayanıklı olmayan eski binaları bir an önce yıktırarak yerine sağlam yapıların inşa edilmesi gerektiği üzerinde duruluyor.

Aslında konuya 'Merkez üssü Zonguldak olsaydı ne olurdu' sorusuyla başlamak bizi hem gerçeklere hem de esaslı önlem almaya götürür. Bu denli sarsıntı biraz daha sürse, merkezi Zonguldak olsa, gündüz vakti olsa, Fevkani köprü ne olurdu?

Balık çarşısı belediyece yıkılmamış olsaydı, bu sarsıntıya dayanabilir miydi? İnsan hayatından daha değerli bir şey olmadığına göre bütün yapıları deprem gerçeği çerçevesinde inşa etmeliyiz. Sadece bugünü ve gelecekte yapılması planlanan binaları değil, önceki çürük yapılar için de önlem almalıyız. 

Umarım bilim adamlarının uyarıları dikkate alınır. Dilerim böyle afetler bir daha yaşanmaz.