Eğitim… Kulağa ne kadar güçlü, ne kadar umut dolu bir kelime gibi geliyor, değil mi?
Ama o kelimenin ardında çoğu zaman görünmeyen bir gerçek var: gözyaşları.
Kimi zaman sevinçten, kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman da bir çocuğun sessiz çığlığından süzülen gözyaşları…
Bir sınıf düşün…
Tahtası eski, sıraları gıcırdıyor, sobası zor yanıyor.
Ama o sıralarda oturan küçücük yüreklere bak;
her biri hayallerini kocaman yapmış.
Birisi doktor olmak istiyor; annesinin çektiği acıyı dindirmek için.
Birisi öğretmen olmak istiyor; kendi öğretmeninin gözündeki ışığı başkasının hayatına taşımak için.
Bir başkası ise yalnızca karnı doysun, üstü başı temiz olsun diye okulda kalmaya çalışıyor.
Her çocuğun gözünde başka bir dünya var…
Ve her dünya, kendi içinde sakladığı bir damla yaşla büyüyor.
Kimi evden okula yürürken üşüyor, kimi kalabalığın içinde yalnızlaşıyor, kimi başarısızlık korkusuyla geceleri uykusuz kalıyor.
Yine de sabah çantalarını sırtlarına alıp aynı cesaretle yola çıkıyorlar.
Öğretmenlerin de gözyaşları var bu hikâyede…
Dersten sonra boş sınıfta sessizce oturup “Acaba yeterince dokunabildim mi?” diye düşünen öğretmenler…
Ay sonunu getiremese de öğrencisinin bir harfi öğrendiğine sevinip içi ısınanlar…
“Bu çocukların kaderi değişebilir mi?” diye yüreği yanarak çırpınanlar…
Eğitimin gözyaşları bazen bir anne babanın çaresizliğinden akar.
Çocuğunun geleceğini kurtarmak ister ama bazen maddi imkânlar duvar olur, bazen hayatın yükü…
Ve anne babalar geceleri gizlice ağlar; “O, benim yapamadığımı yapsın” diye dua eder.
Ve bazen…
Bir okul bahçesinde yankılanan kahkahalar, aslında geride bırakılmış acıların üzerine kurulmuş küçük bir mutluluk köprüsüdür.
Kimse bilmez o çocuğun sabah evden çıkarken yaşadığı kavgayı, yediği azarı, geç kahvaltı etmiş karnının gurultusunu…
Ama öğretmeni bilir; gözlerinin altındaki yorgunluğu okur, sessiz bir sarılmayla anlatamadığı tüm yaraları iyileştirmeye çalışır.
Bir köy okulunda, sobanın etrafında toplanmış çocukların nefesinden ısınan sınıflar vardır hâlâ…
Kimi, okula gelirken kardeşini sırtında taşımıştır; kimi tarladan çıkıp gelmiştir elleri üşümüş halde.
Ama defterin ilk sayfasına yazılan harfler, onların dünyasında güneş gibi doğar.
Çünkü eğitim; yokluğun içinde bile filizlenebilen tek umuttur.
Ve şehirlerde…
Kalabalığın içinde kaybolmuş nice çocuk vardır.
Testlerin, sınavların, beklentilerin yükü altında ezilen, kendi sesini duyamayan çocuklar…
Onların gözyaşları sessiz akar; kimse görmez, kimse anlamaz.
Ama bir gün bir öğretmen “Sen değerlisin” dediğinde, o gözyaşları bir anda inci tanesine dönüşür;
kalbinin içindeki karanlık birden aydınlanır.
Eğitimin gözyaşları bazen de bir başarının arkasında gizlidir.
Bir öğrenci diploma aldığı gün gülümser;
ama o gülümsemenin gölgesinde sayısız gece, sayısız fedakârlık, sayısız dua vardır.
Anne babanın içindeki fırtına diner;
“Başardı… Bizim evladımız başardı.” derler.
İşte o an, yıllarca biriken gözyaşları sadece mutluluk için akar.
Ve biz biliriz ki:
Her gözyaşı bir umudun habercisidir.
Eğitim, bazen acıyı büyütür gibi görünse de aslında insanı yeniden doğurur.
Karanlığı delip geçen ışık olur.
Bir çocuğun kaderini, bir ailenin yarınını, bir toplumun yollarını değiştiren görünmez bir mucizedir.
Çünkü eğitimin gözyaşları, aslında aydınlığın müjdecisidir.