Tüm karmaşıklığına, zorluğuna rağmen yeşil ile mavinin iç içe geçtiği bu şehri seviyorum.

İlk geldiğim günü hatırlıyorum da hiç seveceğimi, bu denli kök salacağımı tahmin etmemiştim. Otobüsten ilk indiğimde terminalin üstündeki evleri görünce 'eyvah, ben bu şehirde nasıl yapacağım?' demiştim.

Evler üstüme üstüme geliyordu, bir kasvet vardı bu şehirde. Madenleriyle, tüm ülkeye enerji veren bu kent, nedense vefasızlığın da başkenti konumundaydı.

Ama yaşadıkça, dar ve dik merdivenli sokaklarının ardında elmas yürekli insanlar tanıdım ben.

Hırçın dalgaların altında ıslandım. Görev uğruna ölümlerden döndüm. Nice güzel insanlar gördüm.

Dağda bir maden göçüğünde meslektaşlarımla sabahladığım çok oldu.

Dağın başında kuru ekmeği bölüştüğümüz de, saldırılardan kıl payı kurtulduğumuz da oldu...

Çaycuma'sı, Devrek'i, Alaplı'sı, Gökçebey'i, Ereğli'si ve köyleriyle bir birinden güzel hikayeleri görmekle kalmadım; yazdım, yaşadım, okuyucularıma yansıttım.

Ve zamanla alıştım, sevdim bu şehri.

Öyle ki bir hafta ayrı kalsam bu izbe ve dar sokaklarını özler oldum. Karmaşık çarşısı içinde, dar binalar arasındaki gelişigüzel konulmuş taburelere oturup dostlarla çay yudumlamak, Acılık deresi etrafında gezinmek, sahilinde nefes almak, hep iyi geldi ruhuma... 

Anladım ki bu şehrin derdi de çaresi de iç içe geçmiş. 

Ve -tercihlerimiz doğrultusunda tecelli eden- Kaderimiz, bizi bu şehre mukim kıldı, demir attık Zonguldak limanına...

Memlekete her gidişimde yakınlarımın, "İyice Zonguldaklı oldun be Abdullah!" deyişinin üzerinden şaka değil, tam koca 20 yıl geçmiş!

Bu 20 yıla neler sığmadı ki?

İyi günüm de oldu, kötü günüm de bu kasvetli şehirde...

Ama ben hiç değişmedim.

Ben buyum, Abdullah'ım; tıpkı adım gibi Allah'ın kuluyum işte...

***

Bugün sahile niyet giderken Westalife AVM önünde bir sosyal örneğe şahit oldum. Tam AVM otoparkının giriş çıkış noktasında işportacı bir vatandaş, omzunda çorapla dolu bir çuval taşıyordu. Çuvalın ağzından sıfır çoraplar dökülmüştü.

Bunu gören liseli kız öğrenciler, eğilmiş çorapları yerden toplayarak adamcağıza yardım ediyorlardı. Tabi AVM'nin güvenlik görevlisi de onlara yardım ediyordu. Adamcağız genç kızlara teşekkür etti. Etraftan geçen vatandaşlar da tebessüm ederken izledi olan biteni...

Hayatımızın günlük akışı içinde, sessizce yaşanıp giden bu hadise, açıkçası umudumu artırdı. Gazipaşa caddesine doğru yol alırken, insani yönümüzü tırpanlayan bazı dizilerin ve sosyal medyanın bütün olumsuz tesirlerine rağmen, 'yardımseverlik' duygumuzu içimizden söküp atamadığını düşündüm.

BEYCUMA SEVDALISI: ZİHNİ KÖKTÜRK

Yardımseverlik demişken, Beycuma beldemizde güzel bir dayanışma ve yardımseverlik örneği yaşandı. Beycuma Belediyesi ve hayırseverlerin katkılarıyla tam teşekküllü bir hasta nakil aracı satın alındı. Beycuma sevdalısı Zihni Köktürk ağabeyin sosyal medya hesabından bundan duyurmasıyla haberdar olduk. Kendisine ve bu hizmete katkı sunan hayırseverlere teşekkür ediyorum.

Köylerde yatalak hastalar veya aniden rahatsızlanan vatandaşların hastanelere naklini sağlamak için böyle bir araç alınması örnek bir hizmettir. Beycuma halkına hayırlı olsun. Diğer yerlere de örnek olmasını dilerim.

İşte bir iki örnekten yola çıkarak hasbihal etmek istedim.

Artımızla eksimizle biz buyuz.

Yardımseveriz, inanırsak başarırız.

AKŞAM KIZILLIĞI BU ŞEHİRDE BİR BAŞKA...

Peki, emeğin başkenti, işçi şehri, karaelmas diyarı lakaplarına mazhar olan Zonguldak'ımızda hiç el atılması gereken işler yok mu? Elbette var, biraz da onlara değinelim.

Güzelliklerle çirkinlikleri, artılarla eksileri peşi sıra yazalım.

Aynadan yansıyanları kendi dilimiz döndüğünce anlatalım...

Halen bir kent meydanımız yok mesela. Yapılması gereken bir çok proje var. Büyük bir umutla bekleniyor. Çünkü Zonguldak, en iyisini hak ediyor. Bence en önemlisi Zonguldak'ın doğal güzelliklerine ve coğrafi yapısına uygun örnek bir şehir için çabalamak. 

Ama sahil projesi şükürler olsun tamamlandı.

Sahilin TTK iskelesi yanına konumlandırılan 'Zonguldak' yazısı bile nasıl bir hava kattı! İnsan her gidişinde bir derinlik, bir sahiplik hissine kapılıyor.

Ve peşinden, "Bu şehir aslında güzelmiş." sözleri dökülüyor dudaklardan...

Şurası şöyle olsa, burası böyle yapılsa daha da güzel olur(du) düşüncesi kaplıyor, duyarlı zihinleri...

Hele kıpkızıl bir gurup vaktine denk gelmişseniz, tarifi imkansız nostaljik duygulara kapılmamanız elde değil.

Geçen gün tam da Zonguldak yazısının oradan geçerken, ufuktan limana yansıyan kızıllığa ben de kapıldım. Sanki ilk kez görüyormuşçasına 'neden fotoğraf çekmiyorum ki' dedim kendi kendime...

Önümde 'Emeğin Başkenti Zonguldak' yazısı, ufukta batmaya yüz tutmuş akşam güneşi ve limana vuran kızıllık... Hemen ardında Uzunmehmet Camisi ve şehr-i Zonguldak silueti... Zihnimde dönen sisli puslu hatıralar...

Tam bu esnada tanımadığım biri omzuma dokundu. 50'li yaşlarda bir adam, "Madem çekiyorsun geç de ben seni çekeyim. Çok güzel manzarası olur" dedi. 'Peki' dedim.

Alkollü olduğu her halinden belli olan vatandaş, o kafayla dahi güzel bir kadraj yakalamış. 'İyi ki çekmiş, keşke tanışsaydım' dedim içimden... Bu fotoğraf için kendisine minnettarım.    

Sahil projesi hayata geçirildi. Daha nezih bir görünüm kazandı. İki katlı yürüyüş yolunun yapılması çok isabetli oldu. Valiliğin altından başlıyorsunuz, deniz havası çeke çeke liman arkasına yürüyebiliyorsunuz.

Kafeler, Wc'ler, Emzirme Odası, Mescit, Kamera İzleme Odası v.s. bölümlerin düşünülmesi gayet yerinde.

Ancak İsmet Paşa Anıtı'nın altındaki sahil kafeler, gezi yolunu işgal etmiş durumda. Vatandaş zor geçiyor. Devletimizin, halkın dinlenmesi için yaptığı oturma yerlerinin etrafına masa ve sandalye atılmış. Kafelere oturmayanın neredeyse geçiş hakkı olmayacak!

Bu kadarı da fazla bence. Vatandaşın tek nefes aldığı gezi yolunu işgal etmeye kimsenin hakkı yok. Yol yakınken Zonguldak Belediyesi'nin işletmecilere sınırlarını hatırlatması gerekiyor. 

Sağlıcakla kalın...