Doğa harikası bir coğrafyada yaşıyoruz.  

Şehir merkezimiz gelişmeye pek elverişli olmasa da doğası, denizi ve konumu itibariyle iyi bir konumda. Yeraltı zenginliğimizi söylememize gerek yok. Dünyanın en kalorisi yüksek, ülkemizin ise tek taşkömürü madenini bağrında taşıya bir coğrafya burası... Taşkömürünün yanı sıra Allah, doğalgaz rezervini de bu topraklara nasip etmiş. Peki bu zenginlikten şehirleşme anlamında yeterince yararlanabiliyor muyuz, derseniz; buna olumlu cevap vermek pek mümkün değil ne yazık ki...

Bu yeraltı madenimiz sayesinde 81 vilayete katkı sunan Karaelmas diyarı Zonguldak, kendi söküğünü dikemeyen terzi misali ulaşımda, şehirleşmede, sanayileşmede ve turizmde geri kalmış durumda. Bugüne kadar böyleydi... Fakat son yıllarda kabuğunu kırma, bir değişim dönüşümden geçme yolunda.  

İktidar partili belediyelerin varlığı sebebiyle bazı projeler hayata geçirildi. Özellikle Zonguldak - Kilimli sahil yolu ve Kilimli - Filyos karayolundaki çalışmalar çok önemli ulaşım hizmetleri olarak hayatımıza dokundu. Asırlık Filyos Vadi Projesi'nde de sona gelindi, hatta TPAO bölgeye şimdiden büyük ivme getirdi.

Yakında kuvvetle muhtemeldir ki Filyos, üretim istihdam anlamında Zonguldak'ın önemli bir yarası olan işsizliğe bir merhem olacak.

Peki şehirleşme durumumuz ne olacak?

311197444_5494307797317242_6093684128061084451_n

Geçenlerde Fener semtinden Zonguldak merkezine kuş bakışı çekilen bu fotoğraf dikkatimi çekti.

Hakikaten yemyeşil doğası ve masmavi deniziyle müthiş bir kare. Sit koruması altında bulunan Fener'deki doğal güzelliğin, çarşı merkezine, hatta Site semtine doğru nasıl da beton yığınına dönüştüğünün işte resmi... Zonguldak'ın dönüşümünü anlatan bu fotoğraf karesine baktıkça umut ile umutsuzluk arasında gel git yaşadım.

Bu şehri korumamız lazım.

Madeniyle, doğasıyla, insanıyla Cumhuriyet'in ilk vilayetini doğal haliyle koruma altına almalıyız.

Şehir merkezini boğan ruhsuz binalar yerine, kentin coğrafi yapısına uygun bir şekilde imar etmeliyiz. Kent merkezinden geçen dere ve çevresi ile Gazipaşa'yı sadeleştirip insanları sahille buluşturmalıyız. Kömür deposunu bir an önce başka yere taşıyıp ferahfeza sahil gezi alanları ve geniş park-bahçelerle donatmalıyız Zonguldak'ı... 

***

Bunları konuşuyoruz ama geçen hafta yaşanan acı olay, bölgemizin acı bir gerçeğini bir kez daha hatırlattı hepimize. 

İnsan hayatı yaşamla ölüm,

Sevinçle hüzün,

Umut ile umutsuzluk,

İyi ile kötü arasında bir yerde geçiyor...

Yeraltı ve yer üstü zenginliğiyle öne çıkan Haza-i Fahmiye'de (Zonguldak Ereğli'den başlayıp Bartın, Karabük'ten Kastamonu'ya kadar uzanan maden havzası) yaşanan kazalarla canımız yanıyor.

Geçen hafta TTK'nın Amasra Maden ocağındaki 41 maden şehidi verdik. Yetimler, acılı anne babalar ve gözü yaşlı eşlerle bir kez daha gündeme geldi ocaklarımız.

Ah o, ocak söndüren ocaklar...

Yürekler yine yandı. Yazık oldu giden canlara.

Yandı çocuklar, söndü ocaklar.

Sunay Akın’ın sarsıcı bir şiiri vardı.

"Yine bir kömür

kütürdedi sobada.

Kayıp bir madencinin

kalbi rast geldi,

atıverdi sıcak odada..."

***

ASIL MESELEMİZ

Gözyaşlarıyla 41 maden şehidimizi ebediyete uğurladık.

Allah rahmet etsin, kor gibi yürekleri yanan yakınlarına sabır versin.

Öbür taraftan hafta boyunca konuyla ilgili çeşitli iddialar, atışmalar...

Sonu gelmeyen, netice alınması zor kısır döngü tartışmalar...

Asıl olan, ön yargılarımızdan ve siyasi görüşlerimizden sıyrılarak insani sınırlar içinde acımızı yaşamak ve bir daha yaşanmaması adına alınacak önlemleri konuşmak değil midir?

Olayın bütün hukuki boyutuyla araştırılması ve ihmal varsa sorumluların cezalandırılması tek dileğimiz.

Ve son olarak bir daha böylesi iş kazalarına karşı tavizsiz ve etkin önlemler almak...

Ancak biz ne yapıyoruz? Siyasi at gözlüğüyle tartışıyor, bilip bilmeden bir birimizi suçluyoruz. Bir süre sonra konunun dışına savrulup enerjimizi boşa harcıyoruz.  

Ve bir süre sonra her şeyi unutuyor, devekuşu misali başımızı kuma sokup hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Bizi en çok "Bir şey olmaz. O kadar korkma!" mantığı öldürüyor.

Hayatımızın her alanında 'bir şey olmaz' diyerek riskleri ve kuralları hafife alıyoruz.

Trafikte her gün onlarca insan ölüyor, yüzlerce vatandaşımız yaralanıp sakat kalıyor. Bu vakaların büyük çoğunluğu bu sakat düşünceden kaynaklanıyor.

En alt kademedeki işçisinden en üst düzey yetkilisine kadar herkes iş güvenliği anlamında son derece duyarlılık kazanırsa, en ufak bir riskte alarm durumuna geçilirse iş kazalarını önleriz.

Özel sektörde para kazanma hırsı taşıyan patron baskısı, işsizlik kıskacındaki işçi kesimini korkutmadığı gün, iş kazalarını önlediğimiz gün olacaktır.   

Ne diyelim.

Zor ama imkansız değil.