Deprem felaketi sarstıkça sarsıyor.

Derin bir acı, sözcüklere dökülemeyen ağır duygular yaşıyoruz.

Ateş düştüğü yeri yakar diyorlar. Hayır, bu ateş hepimizi yakıyor.  

O saf, temiz yürekli yavrucakların kurtarılma anlarına yürek dayanmıyor.

Arama kurtarma görevlilerimiz insanüstü çabalarıyla mucize kurtuluşlara vesile oluyor.

Hele o masum yavrucaklarla diyalogları yok mu?

Moral vermeye çalışmaları, sarıp sarmalamaları... Çocukların masumiyeti... Gözlerde yaş bırakmıyor.

Görevlilerin birkaç aylık bebekleri kucaklarına alıp ambulanslara koşuşmaları, bazen de kendilerine hakim olamayıp gözyaşlarına boğulmaları bitiriyor insanı...

Sadece bizimkiler mi? Macar'ı, Yunan'ı, Azeri'si, Alman'ı ve bilmem hangi milletten olan kurtarma görevlileri de gözyaşlarına boğuluyorlar. Ağlamaktan mikrofonlara konuşamıyorlar. 

En uçuk hayal ürünü senaryoyla çekilen film sahnelerinde bile asla göremeyeceğimiz duygu yoğunluğu yaşıyoruz.

Düşünün, daha birkaç aylık bebekler, 3-4 gün (90-100 saat) nasıl dayanabildiler o soğuk enkazın altında?

Mesela Yağız bebek, 90. saatte sağ çıkarıldı.

Normal şartlar altında 2-3 saate bir anne sütüyle beslenmesi gereken o taze bebekler, korkunç soğukta aç ve susuz nasıl hayatta kalabildiler?

Akıl sır erdirebilen var mı?

***

Allah hiçbir kuluna, bir daha böyle acılar yaşatmasın. Üzerimize ve yüreğimize çöken bu ağır enkazdan bir an önce kurtulmayı nasip etsin!

Gün kenetlenme günüdür. Yardımlaşma, dayanışma zamanıdır.  

Başkasının acısını yüreğinde hissedebilene insan diyoruz.

Bu deprem, insanlık alemi için turnusol işlevi görüyor.

Kim insan, kim iki ayaklı hayvan?

Çok fena yüzümüze vurdu ayan beyan!

Hayvan deyince yıkılan ahır duvarının ardında tir tir bekleyen buzağı geldi gözüme. Düğümlendi yine kelimeler boğazımda...

'Melekten üstün, hayvandan aşağı' olma terazisi var.     

Tıpkı can kurtaranlar ile mal yağmalayanlar gibi.

Asıl enkazın altında kalanlar kimler biliyor musunuz?

Anladınız siz onu..!

Ekranda gördüğüm bir depremzede, market yağmalayanlara, "Keşke depremde yerin dibine batsaydık da görmeseydik bu rezilliğinizi!" diye bağırıyordu. Ama nafileydi.

Güpegündüz marketi yağmaladılar. Gıda malzemelerini geçtim, koskoca LCD televizyon, fırın gibi ev eşyalarını el arabalarına yükleyip pişkin pişkin götürdüler. Kendilerini durdurmaya çalışan depremzedeleri de öldürmekle tehdit ettiler. Utandım ve sustum.

***

BİR HİÇ.....

Hiçlik yolunda uğradığımız bir istasyondur şu dünya

Ne eksik ne fazla... demiş söz sultanı.

Bu zelzele, acizliğimizi, fakirliğimizi iliklerimize kadar öğretti.

Ama kime?

İnsan olabilene, vicdan taşıyabilene, ibret alabilene.

Ama nasıl?

Zordayken, dardayken, enkaz altındayken aldığı ibreti, bir ömür unutmadan sırtında taşıyabilene.

Ne mutlu kadir kıymet bilene!

En büyük makam nedir bilir misiniz?

"Hiçlik" makamıdır, der Mevlânâ ve noktayı şöyle koyar:

"AŞK" dedi derviş,

hep üç harftir, bazen "CAN" olur

bazen "GAM" olur, bazen kocaman

Bir "HİÇ"              ?