Bazı yalnızlıklar vardır ki insanın ruhunu kemirmez; aksine onu şekillendirir, olgunlaştırır. İşte ben, o yalnızlıkların en derinindeyim; kimsesizliğin nirvanasında...

Burada ne sitem vardır, ne de gözyaşı. Ne bir ses yankılanır, ne bir adım sesi gelir uzaktan. Sadece içimin sessizliği sarar dört bir yanımı; kendi varlığımdan başka hiçbir şeye muhtaç olmadan.

Eskiden kalabalıkların ortasında kaybolurdum. Yüzler, sözler, vaatler arasında kendimi arardım. Oysa şimdi hiçbir yüzün gölgesine, hiçbir sözün sıcaklığına ihtiyaç duymuyorum. Kimsesizliğin sunduğu o tarifsiz özgürlükle baş başayım.
Burası öyle bir yer ki; ne geçmişin yükü sırtımda, ne geleceğin endişesi ufkumda. Sadece 'an' var, sadece 'ben' varım.

Ama kimsesizlik, yalnızca bir eksiklik değildir; bazen bir tamamlanış, bazen bir arayışın son durağıdır. İnsan kendini en iyi, kimseler yokken tanır. Bir aynaya bakar gibi bakarım iç dünyama; her çatlağı, her iz düşer gözlerimin önüne.
Ve anlarım: Hayat, başkalarıyla paylaştığımız anlardan değil, kendi kendimize verdiğimiz sözlerden ibarettir çoğu zaman.

Kimi zaman bir duvarla dertleşiyorum, kimi zaman yıldızlarla. Kimi zaman ise kendi iç sesimle, uzun, sonsuz sohbetlere dalıyorum. Her suskunluk, yeni bir kapı aralıyor içimde. Her yalnızlık, yeni bir ben doğuruyor.
Kimsesizliğin nirvanası, acının bile ehlileştiği yerdir. Burada ne acılar isyan eder, ne de hüzünler gözyaşı döker. Hepsi kabullenir, hepsi sessizce var olur.

Kimsesizliğin nirvanasında, acılar bile kutsal bir sessizliğe bürünür. Burada incinmek yoktur, çünkü kimse incitmez. Umut kırıkları yoktur, çünkü kimse umut vermez.
Sadece sen varsın, ve sana ait olan her şey: korkuların, hayallerin, pişmanlıkların ve hayatta kalmış cesur yanların...

Ve ben, tüm bunların ortasında dimdik duruyorum. Ne bir sitemim var hayata, ne de bir beklentim insanlara.
Sadece var olmanın sade mutluluğuyla, sessizce gülümsüyorum kimsesizliğin doruğunda...