Geldi iki gözümün çiçeği.

Gönlümün sevinci ruhumun ferahı Ramazan...

Sağanak sağanak rahmet yağmurlarının yağacağı, kuraklaşan gönüllerimizin yeşereceği bir iklime girdik.

Çok şükür eriştirene...

29 gün boyunca dünya bir nebze güzelleşecek.

İftara doğru bütün sofralar şenlenecek.  

Herkesi tatlı bir koşuşturmaca alacak. Fırın önleri sıcak pide kuyruklarıyla dolacak.

Herkes evine koşacak. 

Kısaca iftarlarıyla, sahurlarıyla dünyamız bir ay güzelleşecek.

Gözler ezana dikilecek. Zaman bir başka akacak. Misafir yolları özlenecek iftar demlerinde. Ezan okunmadan kimse el sür(e)meyecek nimetin asıl sahibine. Nimete erdirene bir kez daha sonsuz şükürler edeceğiz. Acizliğimizi ve fakirliğimizi iliklerimize kadar hissedeceğiz.

Yardımlaşma ve dayanışmanın en zirvesini yaşayacağız.

Evet, geldi yine fazilet ve bereket ayı şehr-i ramazan.

Ama bu sefer hüzünlü giriyoruz.

Deprem enkazının altında kalmış yürekler için farklı geçecek.

Nice yuvaların yıkıldığı depremin yankıları sürerken, o güzelim iftar sofralarındaki lokmalar boğazımıza düğümlenecek.

Aslında bizim sandığımız hiçbir şeyin bizim olmadığını, asıl mülkün Allah olduğunu bir kez daha idrak edeceğiz.

Bu kuru kuruya bir açlık değil, olamaz da...

Nimetlerin asıl sahibini bilip tanımamız için bir hatırlamadır.

Şükranla anmadır. Duadır, niyazdır.

Özü itibariyle sabır ve şükürdür...

Bir parça kulluktur. 

Ama asıl olan, insanın acizliğini ve fakirliğini anlayıp Rabbine iltica etmesidir. 

KÜÇÜK BİR RİCA...

Konunun en naif noktasında, son yıllarda giderek artan toplumsal duyarsızlığa dikkat çekmek istiyorum.

Daha doğrusu oruç tutmayanlardan küçük bir ricam olacak.

Kişi, bir mazerete binaen veya keyfen oruç tutmayabilir.

Oruç tutmak da tutmamak da kişinin kendi hür iradesidir. 

Yüce Yaratıcı'nın bile karışmadığı tercih hürriyetini, -tutacaksın ya da tutmayacaksın- diye kimse zorlayamaz. 

Ama bir birimizin tercihlerine saygı göstermek zorundayız.

Oruç tutan, tutmayana bir şey diyemeyeceği gibi; tutmayan da tutana asla birşey diyemez. 

Oruç tutmayanlar, niyetlilerin yanında yiyip içmemelidir. Sigara tüttürmemelidir. 

Kişinin oruç tuttuğunu bile bile karşısında yiyip içmek, sigara dumanı üfelemek insanlıkla bağdaşmaz.

Biz bu değildik, değiliz, olamayız.

Önceki yıllardaki şahit olduklarımdan yola çıkarak rica ediyorum:

Lütfen çarşıda pazarda niyetli olanları da düşünerek hareket edelim!

Eskiden esnaf da esnaftı. Şimdikiler gibi değildi. Açık tutacaksa iş yerini, en azından oruçlu olanlara ayıp olmasın diye camı gazeteyle kapatırdı. 

Şimdiki esnaf saygısızlığı, düşüncesizliği geçtim, masayı sandalyeyi daha kaldırıma doğru genişletir oldu. 

Biz ne ara böyle olduk dostlar!

Allah bizi bu kabalıktan kurtarsın.

AÇLIKLA TERBİYE OLMAK...

Atalarımız hep şöyle derdi: Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.

Açlıkla terbiye olmak insanoğlu için en zor sanırım. 

Açların halinden anlamak da açlıkla olur. Bunun yolu da oruç ibadetidir. 

İnsan nefsinin(benliğinin) açlıkla nasıl terbiye olduğuyla ilgili bir misalle bitirmek istiyorum: 

Rivayet edilir ki;

Allâh'u Teâlâ ne zaman ki nefsi yarattı; ona sordu:

"Ey nefis! Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?"

Nefis: "Sen sensin, ben de benim" diye cevap verdi.

İşte nefis o zamandan beri Allâh-u Teâlâ’nın huzurunda senlik benlik davasında bulundu, hâlâ da bu davayı bırakmamıştır..

Allâh-u Teâlâ bunun üzerine nefse hışım etti. O hışmın pırıltısından cehennem yaratıldı. Allâh'u Teâlâ’nın emri ile cehennem 3 bin sene yakıldı.

Öylesine karardı ki cehennemin içinde göz gözü görmez hale geldi ve iyice ısındı.

Allâh-u Teâlâ’nın emri ile nefs, cehenneme atıldı. İyice yandıktan sonra çıkarılıp Allâh-u Teâlâ’nın huzuruna getirildi ve soruldu:

"Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?"

Nefis: "Ben benim, sen de sensin" diye cevap verdi.

Allâh-u Teâlâ bin yıl daha cehennemde yakılmasını emretti.

Tekrar çıkardılar ve kendisine sordular. Yine aynı cevabını verdi.

Allâh-u Teâlâ’nın emri ile bin yıl daha cehennemde yakıldı.

Böylece nefs-i emmâre toplam 3 bin yıl cehennemde yandı ve senlik-benlik davasından vazgeçmedi.

Bunun üzerine Allâh-u Teâlâ "Nefsin gıdasının kesilmesi" emrini verdi.

Nefsin gıdası kesildi ve 3 günde feryadı basarak:

"Beni Rabbime iletin" dedi.

Cehennem görevlileri hayretler içinde kalıp:

"Bu nefis üç bin yıl cehennemde yanıp türlü türlü azaplar çekti,

Bir defa olsun "RABBİM" demedi. Şimdi gıdası üç gün kesildi,

Tuttu "Beni Rabbime iletin" dedi.

Cehennem malikleri Allâh-u Teâlâ’ya niyaz edip, şöyle dediler:

"İlâhi! Sen gaipleri bilicisin. Şu nefis ki 3 bin yıl cehennemde yandığı halde hiç kimseye baş eğmedi.

Şimdi üç gün aç kaldı, "BENİ RABBİME GÖTÜRÜN" diye feryada başladı." dediler.

Allâh'u Teâlâ huzuruna getirilmesini irade buyurdu.

Gittiler nefsi getirdiler.

Allâh-u Teâlâ nefse sordu:

"Ey Nefis! Bildin mi, ben kimim, sen kimsin?"

Nefis bu defa şu cevabı verdi:

"Bildim Mevlam. Sen RABB'imsin, ben de senin âciz kulunum!"

***

Herkese hayırlı ramazanlar dilerim.