Ferdi Akıllı, Zonguldak'ta meslek çevresinde hepimizin bildiği bir arkadaşımızdı. Özellikle son 20 yıl meslekte faal çalıştı. Bir dönem ajans muhabirliği yaparken onunla çok mesaimiz oldu.

Bazen Gelik dağlarında kaçak kömür ocağındaki göçükte bekledik. 3 gün aç susuz ocak ağzında görev yaptık. Göçükten gelecek haberi beklerken yorgun düşüp fındık ağaçlarının altında yaptığımız şekerlemeleri hiç unutmuyorum. İşte onlardan bazılarını izninizle not düşmek istiyorum. 

Bir keresinde karlı Perşembe akşamıydı. Demir'lerin sahasındaki bir ocakta göçük haberini aldık. Peki Perşembeyi nereden hatırlıyorum? O zamanlar Türkiye'nin meşhur Kurtlar Vadisi dizisi vardı da ondan... Tam Kurtlar Vadisi'ni izleyecektik, göçük haberiyle kendimizi Gelik Vadisi'nde bulduk. 

Gittiğimizde ocak ağzına nasıl yaklaşacağımızı, dayak yiyip yemeyeceğimizi, dayağın ötesinde bir linçe maruz kalıp kalmayacağımızı konuştuk. Basın olarak birlikte hareket ediyorduk. Biraz tanıdıklara rastlayınca cesaret alıp derenin karşı tarafına doğru ağır adımlarla ilerledik. Hemen polis aracının yanına sokulduk. Kamera ve fotoğraf makinesi çantalarımızı gizleyerek ocak ağzına yaklaşmaya çalışıyorduk. O zamanlar polisin meşhur Ford minibüs tarzında devriye araçları vardı. Onun yanında ateş yakılmış, insanlar hem ısınıyor hem de ocaktan gelecek güzel haberi bekliyordu. Kimisi eline kartopu alıp yamaçtan yuvarlıyordu.   

BU AYAK KİMİN?

Ocak ağzına yaklaşınca bir kaç kez bize karşı saldırı girişimi oldu. Dönemin TSO Başkanı olan Salih Demir, buna mani oldu. Zaten bünyesinde saldırganlık bulunanlar, dereyi geçerken bize açıkça, o dağların bir tarafının Apaçi, diğer tarafının Kapaçi bölgeleri olduğunu kulağımıza üflemişti. Bir yanlış yaparsak, (yani kamu adına çekim yaparsak) o dereden kaçamayacağımızı, polisin bile bizi oralarda bulamayacağını' ilave ederek tehditler savurmuştu. 

Hatırladığım kadarıyla 10 civarında gazeteciydik. Mecburen bir müddet polis aracında beklemeye karar verdik. Polis memurları da bizi koruyacak yeterli güçleri olmadığı için bunu seve seve kabul etmişti. Gece ilerlemişti. Ses seda yoktu.

Eğer gelişme olursa işçiler ocaktan çıkarılırken uzaktan da olsa çekecektik, hesaba göre. En son Osman'la ben Yatsı için kıvranıyorduk. Çünkü gece yarısını bulmuştu vakit. Bir su bidonu bulup abdest aldık. Sonra sırayla işçilerin üst değiştirdiği kulübe gibi bir yerde, maden ocağından çıkan tavan tahtalarını yere yayıp güç bela namaz kıldığımızı hatırlıyorum. Biz geri dönünce rahmetli Ferdi, polis arabasından "Aman ha uyumayın, sırayla nöbet tutalım ki haberi kaçırmayalım" dedi.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Polis aracında sıcaktan mayıştık, 'uyumayalım, uyumayalım' derken, bir anda ambulansın siren sesiyle yerlerimizden zıpladık. Hatta ben uyandığımda birinin botu elimdeydi. Belli ki, ambulansı görünce -haberi kurtarma-  güdüsüyle uyku sersemliği içinde, kendini cam tarafından kapıya doğru atmaya çalışıyordu. O itiş kakış arasında, sadece "Bu ayak kimin?" dediğimi anımsıyorum. 

İnanılır gibi değildi, vefat eden işçinin cesedi ocaktan çıkarılmış, ambulansa konulmuş ve bizler ambulans hastaneye hareket ederken siren sesiyle uyanıyorduk. Polis minibüsünden fırladığımızı görünce bıyık altından gülenler oldu.

Ama sonradan dedik ki, "İyi ki uyuyakalmışız! Allah uyutmuş bizi. Yoksa uyumayıp da çekmeye çalışsaydık, kesin saldırıcaklardı. Allah acımış bize" diye teselli bulduk.

Acil serviste sabahladık... Hey gidi günler...

O ölümü hiç aklımıza konduruyor muyduk? 

İLK ORGAN NAKLİNDE...

Zonguldak'ta ilk organ naklinin yapıldığı akşam Atatürk Devlet Hastanesi'nin başhekimlik katındaki muhabbetleri, unutmak mümkün değil. Geç saatlerde koltuklarda sızıp kalmıştık. İçimizdeki bazı muzip arkadaşlarımız ise uyuyanları görüntülemişti. Yoğun stres altındaki saatleri başka türlü nasıl geçirecektik ki?

Zaman zaman itilip kakıldık. Hakaretlere uğradık, tehditlere maruz kaldık. Yeri geldi saldırıya uğradık. Ferdi atılgandı, bu nedenle daha çok başına iş geliyordu.

Mesela Zonguldakspor maçında kavga çıkmıştı. Ferdi tirübünden sahaya atlayıp fotoğraf çektiği sırada kentin yakından tanıdığı kişi tarafından yumruklu saldırıya uğramıştı.

Sonra bir gün, kentin bilinen ailesine yönelik operasyon haberini takip etmiştik kendisiyle. Gözaltına alınanlardan üst düzey biri, bize parmakla el sallayıp "Sizin üçünüzün de anasını s....." diye tehditler savurmuştu.

Bir gün yine acil serviste, göçükte ölen işçinin vesikalık fotoğrafını almak için sabahlamıştık. İçerideki sağlıkçıları nasıl kafaladıysa, elinde çay tepsisiyle yanımıza gelince nasıl sevinmiştik! Bol kahkahalı goygoyların arasında çaylarımızı yudumlamıştık. Benimle epeyi kafa bulmuştu. Ben de az değilim, saf ayağına yatıp bilmiyormuş gibi sorular sorunca, beni keklediğini zannedip gülmekten yerlere yatıyordu garibim!

Bazen haberler sırasında haber atlatma muhabbeti olurdu. Kendisine yönelik küçük haber atlama/atlatma oyunlarına sinsice hamlelerle verirdi. Bazen kızardı/kızdırırdı; ama hiçbir zaman acımasız değildi.

Son zamanlarda bilen çok az sayıda kişi var ki onunla tatsız bir hadise yaşamıştım. Ne kavga, ne küfür ne de hakaret... Benim tarzım olamazdı. O da bana karşı üslubunda dikkatliydi. Hatalı olduğu için hep alttan aldı. Sabrın sonu selametti, işi tatlıya bağladık. Helalleştik. Tarzını biliyorduk, onu öyle kabul etmiştik biz. Kızdığımız oldu ama asla kin gütmedik. O da ben de, hiçbir şey olmamış gibi sokakta görünce can ciğer olmuştuk. İzin günleri ciğer paresi biricik kızı Asel'i alır, Gazipaşa'da elinden tutup gezdirirdi.

Ben en son halka olarak bir çırpıda bu kadar anı biriktirmişsem yakın çevresindekilerin kim bilir ne unutulmaz hatıraları vardır rahmetliyle...

23 Şubat 2021 sabahı gelen acı haberle yıkılmıştık. 

43 yaşındaydı, hiç ölüm ihtimalini hesap etmemiştik.

Ancak ne var ki yazgısı bu kadarmış.

Tam bir yıl olmuş. Öldüğü gün işte bunlar geldi aklıma...

Biz masum Anadolu'nun saf çocuklarıyız.

Çileyle örülmüş bir hayatımız var.

Ferdi'ninki de çileli bir hayattı.

Kabri başında olmasam da her zaman dualarımda, onu anıyorum.

Kabri başındaki meslektaşların hepsini tanıyorum. Onlar da rahmetliyle çok anı biriktirmişlerdir mutlaka.

Ama bazen ölüm gerçeğini unutup hatalar yapabiliyoruz.

O mezardaki fotoğrafın bize anlatmak istedikleri var gibiydi. 

Ben de bir gün sizin gibi gülüp eğleniyordum, şakır şakır klavyenin tuşlarını titretiyor, çatır çatır fotoğraf kareleri çekiyordum. Hayallerim vardı, yapacak haberlerim, söyleyecek sözlerim, gidecek yolum vardı. Ama Yaratan ömrü bu kadar biçmiş, neylersin ki, benden bu kadar ey aziz arkadaşlarım mı diyordu mezar bize?

'Dünyada ölümden başkası yalan' diye haykırıyordu belki de  mezardakiler...   

Ama kime?

Tabi ki duyup kavrayabilene...

Sadece ölüler, yani 'canlı cenazeler' anlayamazlar bu hakikati.

Akıllı olanlarımız namerde muhtaç olmayacak kadar çalışır, yarın ölecekmiş gibi ebedi hayatına iyilik sermayesi biriktirir.

Vesselam...

***

Allah taksiratını affetsin.

Geride kalan sevdiklerine sabırlar versin.

Yattığı yerde huzur bulsun, mekanı Cennet olsun inşallah...

 

Kardeşim sen düşünceden ibaretsin

 

Geriye kalan et ve kemiksin,

 

Gül düşünür, gülistan olursun,

 

Diken düşünür, dikenlik olursun.

 

(Hz. Mevlana)


O seçimlerde siyasetçiler baskı yapıyor mu? O seçimlerde siyasetçiler baskı yapıyor mu?